Ana içeriğe atla

Fedakarlık ve Feragat Ruhu | Nejdet Sançar

Atalarımız bir çok büyük meziyetlerin sahibi idiler.Yurtseverlik, kahramanlık, savaşçılık, cemiyetçilik, ahlak bunlar arasında ilk akla gelenlerdir.Fakat bu büyük insanların ululuklarını sayarken unutulmaması gereken bir meziyetleri daha vardır. Bu meziyet, atalarımızdaki fedakarlık ve feragat ruhudur.
Fedakarlık ve feragat ruhu,benliğini cemiyet menfaati yolunda hiçe sayabilmek büyüklüğü, şahsi kazancı, mevkii ve şöhreti ayaklar altına alabilmek hüneridir. Onun içindir ki fedakarlık ve feragat ruhuna ancak büyük yaratılışlı milletlerin fertleri arasında rastlamak mümkündür. Büyük yaratılışlı olmayan milletlerin fertlerinde ve solucan ruhlu insanlarda bu meziyeti aramak boştur. 
Yüksek yaratılışlı ve ruhlu olmayan insanda tek düşünce şahsi menfaattir. Fedakarlık ve feragat faslında ise şahsi menfaatin yeri sıfırdır. Fedakarlık ve feragat ruhu bir kemik parçası için hırlayan köpekte ve yerde sürünen yılanda nasıl bulunmazsa, bunlardan farkı dışa ait olan şahsi menfaatçide de öylece bulunmaz.
Fedakarlık ve feragat ruhu taşıyan insanlar bir nevi kahramandırlar. Yalnız savaş yerlerinin büyük kahramanlarının yanında onların kahramanlıkları o kadar parlak gözükmez. Fakat cemiyetleri için her şeylerini ve icabında canlarını bile ortaya koyabilen, yapılan hamlelerden hiçbir şahsi fayda beklemeyen fedakarlık ve feragat sahipleri, savaş yerlerinin büyük yiğitleri yanında saygılı bir yer almak hakkına her zaman maliktirler.
Atalarımız; kafalarındaki aklı, bileklerindeki gücü ve hüneri, damarlarındaki kanı ve gönüllerindeki imanı hep cemiyet için kullanarak en ulu yurtseverler, en eşsiz kahramanlar, en namlı askerler ve en büyük ahlak sahipleri olurlarken, tarih sayfalarına fedakarlık ve feragat ruhunun da örneklerini geçirmişlerdir.
Tarihimizde fedakarlık ve feragat ruhunun pek parlak bir örneğine, kahramanlar kahramanı Kür Şad’ın şahsında rastlamaktayız.
Şanlı Gök Türklerin bu erişilmez büyüklükteki oğlu, ırkını yok olmak tehlikesinden kurtarmak için o meşhur atılışını yaparken, baştan başa feda-karlık ve feragat ruhu ile dolu bulunuyordu. Düşman Çin, Gök Türkleri hile ile yenerek Türk yurdunun doğu bölümlerini ele geçirmiş, ırkımızın kökünü kurutmak için Türkleri geniş ülkesinde parça-parça dağıtmakta idi.Türk’ün geleceğinin kapkara olduğu bu çağlarda, diğer Gök Türk prensleri ile birlikte Çin sarayında tutsak hayatı yaşayan Kür Şad, ırkını kurtarmak için kırk kişilik ihtilal cemiyetini kurduğu zaman maksadı şuydu: Çin hükümdarını öldürüp düşman sarayında esir bulunan Gök Türk prensi Holuku’yu Türkistan’a kaçırmak ve onun kağanlığı altında Türk istiklalini diriltmek... Kür Şad bu gayesine erişemedi. Fakat talih onu kırk adsız arkadaşı ile birlikte Türk ırkının büyük şehitleri arasına sokarken, tarih de sayfalarına bu eşsiz kahramanın fedakarlık ve feragat ruhundaki eşsizliği geçirdi. 
Milletinin istiklali için başını ortaya koyan kahraman Kür Şad, yiğitliği nispetinde büyük bir fedakardır. Çin sarayında otururken, onu, Türklük için kendini feda etmek üzere yürüten fedakarlık ruhundan başka nedir? Bu fedakar yiğitteki feragat ruhu ise, yüzyıllar boyunca yaşamış ve yaşayacak olan torunlarına bıraktığı büyük bir mirastır. Kür Şad, 639 ihtilalini başarsa idi Türkistan tahtına kendi geçmeyecek, kendisi gibi bir prens olan Holuku’yu çıkaracaktı. Halbuki ırkının istiklali için ölüme karşı yürüyen bu yiğidin kağan olabilmesi için yeter derecede sebep vardı. Bir kere Kür Şad -kağan yapmaya karar verdiği Holuku gibi- Gök Türk hanedanından bir prensti; bu sebeple kağan olabilirdi. Ayrıca, ihtilali başardığı takdirde bu kahramanca saldırışın başı olan Kür Şad’a, yiğitliğe aşık olan Türk milletinin hemen boyun eğmesi, yani onu kağan olarak tanıması muhakkaktı.Fakat kahraman olduğu kadar fedakar ve fedakarlığı derecesinde feragat sahibi bulunan bu Türk çocuğunun, ihtilal bayrağını açarken gönlünde hiçbir şahsi düşünce yoktu ve bir tek gaye vardı; Türk’ü yaşatmak. Bu ülkü ile atıldı, bu ülkü için toprağa düştü. Lakin milletine öyle bir ad ve öyle bir ruh bıraktı ki, bu adın ve bu ruhun Türklükte silinmesi imkansızdır.
Fedakarlık ve feragat ruhunun tarihimizde bir başka parlak örneğini, yine Gök Türkler çağında Kül Tigin ile Megren’in şahsiyetlerinde bulabiliriz. Gök Türk istiklal savaşının kahraman başbuğu İlteriş Kağan’ın çocukları olan Megren ile Kül Tigin, amcaları Kapagan Kağan’ın ölümünden sonra, Türkistan tahtına sahip oldukları zaman ortaya şu mesele çıkmıştı: Acaba Gök Türk tahtına kardeşinden bir yaş daha büyük olan Megren mi, yoksa ağasından daha kahraman olan Kül Tigin mi oturacaktı? Bu sorunun karşılığında bu iki Gök Türk çocuğunun örnek ruhları vardır. Zira, Gök Türk tahtı, Kül Tigin’e göre kendisinden bir yaş büyük ağasını ait,  Megren içinse kahraman kardeşine layıktı. İki kardeş de bu fikirlerinde ısrar etmişler, sonunda Kül Tigin ağasını razı etmiş ve kendisi, Bilge Kağan adıyla Türklerin başına geçen Megren’in buyruğunda ordu kumandanı olarak kalmıştı. İlteriş’in çocukları ve hele Kül Tigin’deki feragat ruhu Türk çocukları için ne güzel örnektir. Düşünmeli ki bir yaş daha büyük olan Megren, kardeşinin kahramanlığını bilmesine rağmen hakkı sayılan kağanlığı isteyebilir; Kül Tigin’de tahta pekala göz koyar ve bu, onun da hakkı sayılabilirdi. Lakin onlar, böyle adi gayeler peşinde koşan kimseler değildi. Onlar yalnız milletlerine hizmet etmek aşkı ile yanan varlıklardı. Ve Kül Tigin, daha amcasının kağanlığı zamanında on altı yaşında iken savaş alanlarına yürüyerek yapmaya başladığı bu hizmeti, ağasının buyruğunda ordu başbuğu kaldığı müddetçe bir an aksatmadı. Ömrü kavga yerlerinde geçti. Düşmanlarla ve birliğe girmeyen boylarla durmadan savaştı. Ve onu savaş yerlerinden ancak şanlı ölüm ayırabildi. Birliğe girmek istemeyen Dokuz Oğuzlarla yaptığı çarpışmada ve kırk yedi yaşında şehit düşmeseydi Kür Şad’ın bu şanlı torununu, fedakarlığın ve feragatin bu şahlanmış örneğini hiçbir şahsi fayda beklemeden ırkına hizmet etmekten kim ve ne alıkoyabilirdi?
Gözlerimizi Türkiye tarihinin ilk sayfalarına çevirecek olursak, bu ruhun parlak bir örneğini de orada buluruz. Türkiye devletinin temelini savaş yerlerinde akıttıkları kanlarla pekleştiren Oğuzlar, bir müddet hakimiyetlerini tanıdıkları, kendi soylarından bir başka kahraman olan Gazneliler sultanı Mesut ile çarpışmak zorunda kalmışlardı. 1040 yılı mayısında yapılan bu savaşta Sultan Mesut’un Türklerden gayrı unsurların askerleriyle de dolu olan ordusu, yalnız Türklerden mürekkep Selçuk ordusu önünde bozguna uğrayınca, artık ortada Gaznelilerin yüksek hakimiyeti kalmamış ve Oğuzların eline geçen Horasan’da Türkiye kurulmuştu. Şimdi, erlik yerlerinde akıtılan kanlarla kurulan bu devletin padişahlığına üç namzet vardı: Selçuk’un oğlu Musa Yabgu ile torunları Çağrı Beğ ve Tuğrul Beğ. Üçü de birbirlerinden değerli kimselerdi. Padişahlığa hangisi göz koysa haklı görülürdü. Fakat Türkiye devletinin bu ilk büyük fedakarları, kurdukları devletin tarihinin ilk sayfalarına kahraman adlarıyla birlikte feragat ruhlarını da geçirdiler. Padişahlık için aralarında hiçbir sızıltıya meydan vermediler. En yiğitleri Çağrı Beğ idi. Fakat en gençleri olduğu halde düşünüşlerindeki isabet diğerlerininkinden üstün görülen Tuğrul Beğ’i sultan seçtiler. Tuğrul’un adına okunan hutbe, doğmakta olan Türkiye’yi dünyaya ilan ediyordu. Lakin kahramanların işi bitmemişti. Onlar, sultan ve kumandan olarak savaş yerlerinde kafirlerle olan vuruşmalarına yine devam ettiler. Türkiye’nin, 900 yıldan beri olduğu gibi bu gün de dayandığı sağlam temelin harcında bu kahramanların fedakarlık ve feragat ruhlarının payı büyüktür.
Sonra İkinci Murat... Savaş yerlerinde gövdesini sayısız yaralarla süslediği için pek erken toprağa düşen Birinci Mehmet’in bu ulu oğlu. Onun ruhundaki fedakarlık ve feragat da kendisi kadar büyüktür. Osmanlı tahtını iki kere oğlu Fatih’e bırakması, yani insanları en büyük adilikleri yapmaya sevk eden mevki hırsını ayaklar altına alması hangi ruhun eseridir? Ve sonra Haçlıların –verdikleri söze rağmen- Türkiye’ye saldırmaları üzerine, gönlünün acılarını ve ruhunu dinlendir-mekte olduğu Manisa’dan hızla gelerek, Türk düşmanı batıya Varna’da o büyük yumruğu indirişi nedir?  
Daha yakın zamanlara gelince aynı ruh karşımıza şu büyük adı çıkarıyor: Namık Kemal... Topal Osman Paşa’nın bu büyük torunu sadece hürriyetçi bir şair olsaydı kırk sekiz yaşında topraklara karışmazdı. Çünkü onun çağının daha başka yazıcıları da hürriyetçi idiler ve onlar da bu yolda savaşmışlardı. Fakat hiçbiri Namık Kemal gibi kükreyip sürgünlerde ve zindanlarda ömür tüketmedi.
Vatan şairi Namık Kemal’i zindanlara sürükleyen ruh; Kür Şad’ların, Kül Tigin’lerin, Çağrı Beğ’lerin ruhudur. Millet için her fedakarlığı yapabilmek,benliğini cemiyet yolunda harcayabil-mek, şahsi hırsları ayaklar altına alabilmek ruhu...
Atalarımızdaki fedakarlık ve feragat ruhunu yalnız yukarıda adı geçen büyük insanlara mahsus bir ruh sanmak yanlıştır. Bu ruhun tarihimizdeki nice adsız kahramanlarını bir tarafa bıraksak bile, ululuk bakımından yukarıdakilere yetişmeleri mümkün olmayan diğer bazı Türklerde de aynı ruhu bulabiliriz.
Kun tarihini karıştırınca orada karşımıza bir Türk hükümdarının iki oğlu çıkacaktır ki, tarih bize onların milattan önce 96 yılında geçen şu hikayesini anlatıyor:
Hükümdar ölürken Türk tahtına büyük oğlunun geçirilmesini vasiyet ermişti. Fakat beğler, o sırada sarayda bulunmayan ve tehlikeli surette hasta olduğu sanılan büyük oğulun yerine küçüğünü tahta çıkardılar. Büyük oğul, hak kendisinin olmakla beraber –hayatından da korkarak- buna ses çıkarmadı. Lakin yeni hükümdar, ağasının durumunu ve korkusunu haber alınca ona, tahtı kendisine bırakmaya hazır olduğunu bildirdi. Tıpkı yüz yıllarca sonra Megren ile Kül Tigin’in birbirlerine yapacakları gibi, bu iki kardeş de tahtı birbirlerine bırakmak için karşılıklı ısrarlara başladılar. Büyük oğul sağlık durumunun iyi olmadığını, küçüğü de hükümdarlık hakkının kendisine ağasından sonra gelmesinin geleneğe uygun bulunacağını söylüyorlardı. Meşhur tarihinde Türklere hep barbar diyen Deguignes’in bile hayranlıkla bahsettiği bu fazilet tartışmasının sonunda küçük kardeş tahtı ağasına bıraktı ve böylece büyük kardeş Türk hükümdarı oldu.
Çinlilerin Şapolyo adını verdikleri Işbara Kağanın ölümünden sonra geçen bir vaka da Türklerdeki bu ruhun bir başka örneğidir:
Işbara’nın oğlu çok zayıf olduğundan, kağan, hükümeti idare edemez düşüncesi ile yerine kendi kardeşini, yani oğlunun amcasını nasbetmişti. Işbara’nın ölümünden sonra, oğlu, babasının vasiyeti gereğince amcasını büyük han tanımak üzere kendisine adamlar gönderdi. Fakat Işbara’nın kardeşi kağanlığı kabul etmek istemedi, bu mevkiin Işbara’nın oğluna ait ve layık olduğunu söyledi. Bu seferki taht tartışması amca ile yeğen arasında oluyor ve yeğen amcaya şöyle diyordu:
 “Siz babama o kadar düşmanlık ettiğiniz halde beni mi kağan tanıyacaksınız? Bizim yasalarımız ve babamın buyruğu gereğince kağanlık size aittir. Çünkü babam kağanlık için sizi göstermiştir. Bu buyruğu dinlemeye mecbursun.”
Işbara’nın oğlu ısrarı sonunda amcasını Baga ünvanı ile kağanlığı kabule mecbur etti. Yukarıda taht hikayeleri anlatılan iki Kun prensi ile iki Gök Türk çocuğu tarihimizin baş şahsiyetlerinden değildirler. Lakin onlar büyük bir ırkın büyük bir hasletini kendilerinde duymuş ve bulmuş talihli insanlardır.
Fedakarlık ve feragat ruhu, ancak büyük yaratılışlı milletlerin yüksek ruhlu insanlarında bulunabilir. Kür Şad, Kül Tigin, Çağrı Beğ ve Namık Kemal büyük bir ırkın sade büyük değil, aynı zamanda yüksek ruhlu oğulları olduğu içindir ki fedakarlığın ve feragatin de cihan tarihindeki eşsiz kahramanları bulunmaktadırlar.
Bugünkü Türk çocukları yukarıdaki kahramanların soyundan olduklarını daima hatırlamalıdırlar. Kür Şadların, Kül Tiginlerin kanları bugün de bizim damarlarımızda dolaşmaktadır. Bu kana, o eski ruhu aşılamaya, daha doğrusu kül altında kalmış olan eski ruhu canlandırmaya çalışmalıyız.
O zaman yeni Kür Şadlar, yeni Kül Tiginler, yeni Çağrı Beğler doğacaktır. Ve nihayet onlar kadar büyük yaratılışlı olmasak bile damarlarımızda dolaşan cevherli kanın yanına fedakarlık ve feragat ruhunu koyabildiğimiz takdirde her zaman Kun hükümdarının iki oğlu veya Işbara’nın gövdece çelimsiz fakat ruhça ulu çocuğu kadar büyük olabiliriz. 
Orkun; Sayı:2; 13 Ekim 1950

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HÜRRİYET KASİDESİ VE GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ | NAMIK KEMAL, M. BAHADIRHAN DİNÇASLAN

HÜRRİYET KASİDESİ Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten Asrın hükümlerini sadakat ve selametten çıkmış görüp Çekildik izzet ve talih ile hükümet kapısından Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten Kendini insan bilenler halka hizmetten usanmaz İ nsanlık sahibi olanlar mazluma yardımdan el çekmez Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten Millet hakir olduysa şanı eksilir sanma Cevher yere düşünce kadir ve kıymetten de düşmez Vücudun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır Ne gam rah-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten Vücudun ki hamuru ve mayası vatan toprağındandır Vatan yolunda çile ve sıkıntı ile toprak olursa gam değildir Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten Zalimin yardımcısı dünyada alçaklık erbabıdır Acımasız avcıya hizmet etmekten zevk alan anca

ÜÇ AYAK BİR ŞAFAK | ÖMER LÜTFİ METE

kahpe kayışında bileniyor bıçak üç ayak bir şafak celep örfü ahkam olmuş babam kasap vezir el oğluna bayram olmuş kuzular sağ enir üç ayak bir şafak ahd etmiş babam beni boğazlayacak topal tahtırevalli hak fidyeler takas olmuş binilen dala iner nacak intihar kısas olmuş usul bitirim, esas bitirim kabul bitirim, kıyas bitirim sarışın değilmişim kara kaş kara göz yasak has anadan gelmişim öz ocağımda öz yasak üç ayak bir şafak bir kaç sefil gözde nesil yırtılan nazlı bayrak gözüme bağlı mendil ben kırk kere ismail babam bir kere ibrahim değil babam asil babam adil babam katil yaşımdan bir çağ yürüdüm gece susadı gündüze bir kızıl elmaydım çürüdüm halden hale geze geze onlar sığmadılar hiç bir şeye onlar ki herkesten yeğimdeler hiç bir şeye sığmadılar diye benim geçimsiz yüreğimdeler... childofbodom'a teşekkürler.

AĞRILI ÜLKÜCÜ ŞEHİT | MUSTAFA YARDIMCI

Ağrı Ülkü Ocakları | Ortadaki Şehit Mustafa Yardımcı Kaynak : METİN TURHAN ÜLKÜCÜ ŞEHİT MUSTAFA YARDIMCI ŞEHİT OLDUĞU TARİH : 16 KASIM 1977 ŞEHİT EDİLDİĞİ YER: AĞRI-DOĞUBAYAZIT DOĞDUĞU YER: AĞRI-DOĞUBAYAZIT 19 yaşındaydı. Yeni evlenmişti. Üç aylık evliydi. Ağrı ili Doğubayazıt ilçesinde ailece oturuyorlardı. Aile çevrece sevilen ve saygı duyulan bir aileydi. Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsünde okuyordu. Aile Mustafa’nın şehit olmasından sonra Erzurum’a taşındı ve orada ticaret yapmaya başladılar. Mustafa daha öncede Doğubayazıt’a tehdit almış ve saldırıya uğramıştı. OLAY GÜNÜ: Okullar tatil olduğu için memleketindeydi Mustafa. Kardeşiyle babasının dükkanından çıktı, eve gidiyorlardı. Dükkandan daha 50-60 metre uzaklaşmamışlardı ki, 10 kişilik bölücü-devrimci komünistler yollarını kesti. Sataşmaya başladılar, küfürler ettiler. Mustafa niyetlerini anlamıştı, kardeşine kaçmasını söyledi. Kardeşi kaçmadı. Kendini savunmak için belinden zincirini