Yapılan istatistiklere göre bir milyar 950 milyon insan bugün komünizmin prangasında inlemektedir. Bu antidemokratik, gayri insani rejimin zulmünde bütün insanlık haysiyet ve şerefinden yoksun olarak yaşamaktadırlar. Bu rakkamı meydana getiren halitayı ise, Moskova ve Pekin yönetmektedir. Moskova idaresindeki gayri Rus unsurlar, bidayette «sulh içinde beraber yaşama» sloganı ile önce uyutulmuş, sonra da kukla birer cumhuriyet halinde parçalanmış ve yutulmuştur. Böylece kızıl diktatörler, «önce uyut, sonra parçala ve yut» formülünü, Müslüman Türklerle Slav ırkından olmayan etnik ve klerik toplulukları ortadan kaldırmada ustaca uygulamışlardır. Bu toplulukları ortadan kaldırmadan önce de, Marksizmin hümanist övgüsü yapılmış, masum halk yığınları bu uğurda Pavlov'un köpekleri gibi şartlandırılmak istenmiştir. Ancak, ne var ki, toplumun sosyal yapısına, gelenek ve göreneklerine, milli ahlâk anlayışına ve dini inançlarına dil uzatılarak, bu mefhumların kapitalizmin birer safsatası olduğu ileri sürülünce, komünistler beklenmedik bir reaksiyonla karşı karşıya kaldılar.
Müslüman Türkler, Lenin'in ilk iktidara geldiği gün söylediği meşhur nutkunu hatırlattılar. Lenin şöyle diyordu: «İktidarımızda, herkes hürdür. Dini ve milli kurumlar korunacaktır. Sovyet Sosyalistler Birliği'nde, her etnik unsur kendi irade ve isteğiyle yer alacaktır. Zor kullanılmayacaktır. Bugünden itibaren hürsünüz. Haydi, yoldaşlarım bol bol hürriyet havasını teneffüs ediniz.» Gerçi, bu sözler başlangıçta Çar mezaliminden kurtulmak isteyen gayri Rus unsurlara bir ferahlık vermişti. Ama, aslında Lenin komünistlere has, uyutma ve yutma kaidesine uygun olarak söylediği yalanlardan birini daha söylemiş oluyordu. Zaman Lenin'in yalan söylediğini ispat etti. Ukrayna, Kırım, Kafkasya, Azerbaycan ve Türkistan hürriyet havasının ılık mahmurluğunu beklerken, kendilerini demir perdenin gerisinde, kızıl cehennemde buldular. Artık, Müslüman Türkler bir defa kanmıştı. Onlar için bir devir kapanmış, yeniden milli varlıkları uğruna mücadele etmeleri kaçınılmaz olmuştu. Bu inançla Ukrayna, Kırım, Azerbaycan ve Türkistan'da milli kurtuluş hareketlerinin yapıldığını görmekteyiz.
Yazımıza konu olan ve şehadetinin yeni yıl dönümünde Şükran ve rahmetle andığımız Osman Batur da böyle bir mücadelenin liderliğini yapmış, bu uğurda şehadet mertebesine ermiş bir Türk evlâdıdır. Onun milli bayrağı ele aldığı günlerde, Türkistan'ın doğu kesimi çoktan Çinliler tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. Gerçi, henüz doğu Türkistan'a komünizm girmemişti. Fakat, milliyetçi, insan haklarına saygılı olduğunu ikrar eden, aslında tarihin en şovenist ve gaddar iktidarı olan Çan-Kay-Şek idaresi iktidarda idi. Bu iktidara göre, Doğu Türkistan, Çin cumhuriyetinin hükümranlığında, müreffeh ve mutlu idi. Doğu Türkistan, Çin cumhuriyetinde «Sinkiang» adı altında kaldığı müddetçe dünyanın en huzurlu ülkesi olacaktı. Onun istiklâli için yola çıkan Osman Batur, Ruslara satılmış (!), Çinin milli birliğini bozmak için kiralanmış bir elemandı (!) .
Yaptığı bütün savaşlar milliyetçi Çin ordusu ile olan Osman Batur, Çan-Kay-Şek tarafından bu zayiyeden görülünce, 29 Nisan 1951 de Maoistler tarafından da ipi çekildi.
Meseleyi bu şekilde özetledikten sonra, Osman Batur'un kimliği ile mücadele hayatı hakkında biraz bilgi vererek yazımıza son vermek isteriz.
Türk ırkının tarih boyunca yetiştirdiği büyük askeri dehâların ve büyük kahramanların, şimdilik sonuncusu olan Osman Batur, çağımızda yaşamış olduğu halde en az tanınmışlardan biridir. Büyük yaratılış kudreti ile kötü talih onda birleşmişti. Kudretli adam kendi talihini de yener. Batur, hemen hemen bunu da. yaptı. Silâhsızlıktan, coğrafi zorluktan, sayıca azlıktan, ve tarihin ters akmaya başlamış olmasından doğan zorlukları teker teker yenmesini bildi. Ne yazık ki, en büyük talihsizliği geç doğmuş olmasındadır. Onun savaşlarını inceleyen İngiliz yazarı Godfrey Lias, der ki: «Eğer o, motorize çağından önce, yalnız kılıç kalkan devrinde yaşamış olsaydı, Orta Asya Türklerinin hürriyetini kurtarıp bir imparatorluk kurmuş olurdu.
Osman Batur, 1889 yılında, Altay'da bir Kazak Türkünün çadırında dünyaya geldi. Babası eşraftan İslambay'dır. On yaşına kadar, bu çadırda bütün göçebe Türklere has özgülerle yetişen küçük Osman, de-ve gütmektedir. Bir gün bir vuruşta develerden birinin bacağını kırar. Bu, kırma hâdisesi on yaşındaki bir çocuk için beklenmeyen bir olay oldu. Unü, Altay'ları aştı. Zamanın ileri gelenlerinden yiğit Böke Batar, bu küçük çocuğu yanına aldı. Onu eğitti. Bileği bükülmez, attığını vuran bir silâhşör yaptı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Söke Batır'ın Çinlilere büyük yenilgileri oldu. Böke, bu yenilgilerden sonra, memleketi terk edip Türkiye'ye ulaşmak istedi. Fakat, yakalanarak şehit edildi.
Batar Böke, yakalanmadan evvel, Osman'a: «Benim işim bitti, ama ileride milletimin sana ihtiyaca olacak, çünkü, senin gibi bir başkası daha doğmayacak. Dağlara çekil ve benden ayrıl» diye buyruk vermişti.
Osman'nın dağlara çekilmesiyle başlayan çete harpleri, onun adının kısa zamanda bütün Türkistan sathında duyulmasına vesile oldu. Hürriyet ve istiklâl için yanıp tutuşanlar onun etrafında birleştiler. Artık, ona Cengiz Han'ın vârisi gözü ile bakılmaya başlanmıştı. Ikinci Dünya Savaşı'nın karışık günlerinde, Doğu Türkistan Türkleri kâh zulüm altında ezildiler, kâh yumşatıcı politika ile aldatıldılar. Bir kısım Türk büyükleri Rus ve Çin'den bir şeyler koparmak için taviz verdiler. Ama, Osman savaştan başka çıkar yol olmadığını, hem onlara anlattı ve hem de kendini hazırladı. Yavaş yavaş Altay bölgesini Çinlilerden temizledi. 22 Temmuz 1943'de Doğu Türkistan hemen hemen Çinlilerden temizlenmişti. Bu başarılarından dolayı, Bulgun'da toplanan Türk kurultayı, Osman'a «Batur» ünvanı ile birlikte «han» ilan ederek ona biat ettiklerini bildirdiler. Bundan sonra, Çinlilerle tam 27 defa savaşan, 1944 yıllarında, Doğu Türkistan'ın birkaç şehri hariç, hepsini kurtaran Osman Batur, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle değişen politik durumlar ve Çin'de kuvvet kazanan komünistler, Rusların yardımını da sağladıktan sonra, Osman Batur'u çembere aldılar.
1949 da Çan-Kay-Şek, selâmeti Formoza adasına kaçmakta bulunca, Osman Batur'a yardımcı olan bazı Türk liderleri Doğu Türkistan'ı terketti. Kuvveti azalan ve yalnız kalan kahraman Osman Batur, 8 inci Kızıl Alay'la son defa Kanambal'da karşılaştı. 1951 şubatında yapılan bu savaş Osman Batur'un son gazası oldu. Kanambal, stratejik yönden zayıf bir yerdi. Osman Batur, müdafaa savaşı veriyordu. Fa-kat, arazinin elverişsiz şartları onu ilk defa harp meydanında yenik ve esir olmasına vesile oldu. Esir edilen Osman Batur, çağ dışı muamelerden sonra, güya muhakeme edildiğini, bütün yaptıklarının kapitalistleri için olduğunu, kendisini Amerikalıların desteklediklerini, bir halk düşmanı olduğunu ikrar et-tiği, gibi gayri ciddi, komünistlere has suçlamalarla idama mahküm edildi. Hükmün infaz edileceği sırada son sözü soruldu.
Ve Osman şöyle dedi: «Beni öldürebilirsiniz , ben ölebilirim de. Fakat, dünya durdukça benim milletim sizinle mücadeleye devam edecektir.» İnfaz, 29 Nisan 1951'de Urumçi'de yerine getirilmişti. Batur, son dakikaya kadar cesur ve metanetliydi. Bir gün yeni bir Osman Batur'un çıkacağı ve zaferin Türk'ün olacağına inancı tamdı. Allah Rahmet eylesin.
Kaynak:Yunus Buğra Yılmaz Belgeliği
Müslüman Türkler, Lenin'in ilk iktidara geldiği gün söylediği meşhur nutkunu hatırlattılar. Lenin şöyle diyordu: «İktidarımızda, herkes hürdür. Dini ve milli kurumlar korunacaktır. Sovyet Sosyalistler Birliği'nde, her etnik unsur kendi irade ve isteğiyle yer alacaktır. Zor kullanılmayacaktır. Bugünden itibaren hürsünüz. Haydi, yoldaşlarım bol bol hürriyet havasını teneffüs ediniz.» Gerçi, bu sözler başlangıçta Çar mezaliminden kurtulmak isteyen gayri Rus unsurlara bir ferahlık vermişti. Ama, aslında Lenin komünistlere has, uyutma ve yutma kaidesine uygun olarak söylediği yalanlardan birini daha söylemiş oluyordu. Zaman Lenin'in yalan söylediğini ispat etti. Ukrayna, Kırım, Kafkasya, Azerbaycan ve Türkistan hürriyet havasının ılık mahmurluğunu beklerken, kendilerini demir perdenin gerisinde, kızıl cehennemde buldular. Artık, Müslüman Türkler bir defa kanmıştı. Onlar için bir devir kapanmış, yeniden milli varlıkları uğruna mücadele etmeleri kaçınılmaz olmuştu. Bu inançla Ukrayna, Kırım, Azerbaycan ve Türkistan'da milli kurtuluş hareketlerinin yapıldığını görmekteyiz.
Yazımıza konu olan ve şehadetinin yeni yıl dönümünde Şükran ve rahmetle andığımız Osman Batur da böyle bir mücadelenin liderliğini yapmış, bu uğurda şehadet mertebesine ermiş bir Türk evlâdıdır. Onun milli bayrağı ele aldığı günlerde, Türkistan'ın doğu kesimi çoktan Çinliler tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. Gerçi, henüz doğu Türkistan'a komünizm girmemişti. Fakat, milliyetçi, insan haklarına saygılı olduğunu ikrar eden, aslında tarihin en şovenist ve gaddar iktidarı olan Çan-Kay-Şek idaresi iktidarda idi. Bu iktidara göre, Doğu Türkistan, Çin cumhuriyetinin hükümranlığında, müreffeh ve mutlu idi. Doğu Türkistan, Çin cumhuriyetinde «Sinkiang» adı altında kaldığı müddetçe dünyanın en huzurlu ülkesi olacaktı. Onun istiklâli için yola çıkan Osman Batur, Ruslara satılmış (!), Çinin milli birliğini bozmak için kiralanmış bir elemandı (!) .
Yaptığı bütün savaşlar milliyetçi Çin ordusu ile olan Osman Batur, Çan-Kay-Şek tarafından bu zayiyeden görülünce, 29 Nisan 1951 de Maoistler tarafından da ipi çekildi.
Meseleyi bu şekilde özetledikten sonra, Osman Batur'un kimliği ile mücadele hayatı hakkında biraz bilgi vererek yazımıza son vermek isteriz.
Türk ırkının tarih boyunca yetiştirdiği büyük askeri dehâların ve büyük kahramanların, şimdilik sonuncusu olan Osman Batur, çağımızda yaşamış olduğu halde en az tanınmışlardan biridir. Büyük yaratılış kudreti ile kötü talih onda birleşmişti. Kudretli adam kendi talihini de yener. Batur, hemen hemen bunu da. yaptı. Silâhsızlıktan, coğrafi zorluktan, sayıca azlıktan, ve tarihin ters akmaya başlamış olmasından doğan zorlukları teker teker yenmesini bildi. Ne yazık ki, en büyük talihsizliği geç doğmuş olmasındadır. Onun savaşlarını inceleyen İngiliz yazarı Godfrey Lias, der ki: «Eğer o, motorize çağından önce, yalnız kılıç kalkan devrinde yaşamış olsaydı, Orta Asya Türklerinin hürriyetini kurtarıp bir imparatorluk kurmuş olurdu.
Osman Batur, 1889 yılında, Altay'da bir Kazak Türkünün çadırında dünyaya geldi. Babası eşraftan İslambay'dır. On yaşına kadar, bu çadırda bütün göçebe Türklere has özgülerle yetişen küçük Osman, de-ve gütmektedir. Bir gün bir vuruşta develerden birinin bacağını kırar. Bu, kırma hâdisesi on yaşındaki bir çocuk için beklenmeyen bir olay oldu. Unü, Altay'ları aştı. Zamanın ileri gelenlerinden yiğit Böke Batar, bu küçük çocuğu yanına aldı. Onu eğitti. Bileği bükülmez, attığını vuran bir silâhşör yaptı. Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Söke Batır'ın Çinlilere büyük yenilgileri oldu. Böke, bu yenilgilerden sonra, memleketi terk edip Türkiye'ye ulaşmak istedi. Fakat, yakalanarak şehit edildi.
Batar Böke, yakalanmadan evvel, Osman'a: «Benim işim bitti, ama ileride milletimin sana ihtiyaca olacak, çünkü, senin gibi bir başkası daha doğmayacak. Dağlara çekil ve benden ayrıl» diye buyruk vermişti.
Osman'nın dağlara çekilmesiyle başlayan çete harpleri, onun adının kısa zamanda bütün Türkistan sathında duyulmasına vesile oldu. Hürriyet ve istiklâl için yanıp tutuşanlar onun etrafında birleştiler. Artık, ona Cengiz Han'ın vârisi gözü ile bakılmaya başlanmıştı. Ikinci Dünya Savaşı'nın karışık günlerinde, Doğu Türkistan Türkleri kâh zulüm altında ezildiler, kâh yumşatıcı politika ile aldatıldılar. Bir kısım Türk büyükleri Rus ve Çin'den bir şeyler koparmak için taviz verdiler. Ama, Osman savaştan başka çıkar yol olmadığını, hem onlara anlattı ve hem de kendini hazırladı. Yavaş yavaş Altay bölgesini Çinlilerden temizledi. 22 Temmuz 1943'de Doğu Türkistan hemen hemen Çinlilerden temizlenmişti. Bu başarılarından dolayı, Bulgun'da toplanan Türk kurultayı, Osman'a «Batur» ünvanı ile birlikte «han» ilan ederek ona biat ettiklerini bildirdiler. Bundan sonra, Çinlilerle tam 27 defa savaşan, 1944 yıllarında, Doğu Türkistan'ın birkaç şehri hariç, hepsini kurtaran Osman Batur, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle değişen politik durumlar ve Çin'de kuvvet kazanan komünistler, Rusların yardımını da sağladıktan sonra, Osman Batur'u çembere aldılar.
1949 da Çan-Kay-Şek, selâmeti Formoza adasına kaçmakta bulunca, Osman Batur'a yardımcı olan bazı Türk liderleri Doğu Türkistan'ı terketti. Kuvveti azalan ve yalnız kalan kahraman Osman Batur, 8 inci Kızıl Alay'la son defa Kanambal'da karşılaştı. 1951 şubatında yapılan bu savaş Osman Batur'un son gazası oldu. Kanambal, stratejik yönden zayıf bir yerdi. Osman Batur, müdafaa savaşı veriyordu. Fa-kat, arazinin elverişsiz şartları onu ilk defa harp meydanında yenik ve esir olmasına vesile oldu. Esir edilen Osman Batur, çağ dışı muamelerden sonra, güya muhakeme edildiğini, bütün yaptıklarının kapitalistleri için olduğunu, kendisini Amerikalıların desteklediklerini, bir halk düşmanı olduğunu ikrar et-tiği, gibi gayri ciddi, komünistlere has suçlamalarla idama mahküm edildi. Hükmün infaz edileceği sırada son sözü soruldu.
Ve Osman şöyle dedi: «Beni öldürebilirsiniz , ben ölebilirim de. Fakat, dünya durdukça benim milletim sizinle mücadeleye devam edecektir.» İnfaz, 29 Nisan 1951'de Urumçi'de yerine getirilmişti. Batur, son dakikaya kadar cesur ve metanetliydi. Bir gün yeni bir Osman Batur'un çıkacağı ve zaferin Türk'ün olacağına inancı tamdı. Allah Rahmet eylesin.
Kaynak:Yunus Buğra Yılmaz Belgeliği
Yorumlar
Yorum Gönder